16.12.12

Ruby Sparks


image
Bir film için kritik yazmanın zor taraflarından biri de filmin içinde barındırdığı o sır gibi seyircisini bekleyen gerçeğini gizleyebilmeyi başarmak kuşkusuz. Bu filmde sanırım konusu itibariyle o sırrı vermeden yorumlanması gerekenlerden ki bende elim döndüğünce bunu yapmaya çalışacağım.
Film henüz on dokuz yaşında yazdığı bir roman sayesinde üne ve Los Angeles’da güzel bir daireye kavuşan “dahi” diye anılan ancak on yıldır bu ilk romanın ötesine geçememiş, yalnız yazar Calvin (Paul Dano)’in bu durumu değiştirmek adına oturduğu daktilosundan gerçek dünyada bir anda karşısında beliren yarattığı etkileyici karakter “Ruby Sparks” (Zoe Kazan) la olan bu fantastik sayılabilecek ilişkisini anlatıyor. Calvin, isteksizce hala eski ünü sayesinde gelen toplantılara katılmakta ve sadece onun kitabında yer almak ya da bu dahi yazarla vakit geçirdim diye övünmek isteyen kızlardan ilgi görmektedir. Bu ilgi Calvin’in istediği bir ilgi değil onun istediği gerçek bir ilişkidir özellikle de önceki uzun süreli ve sancılı ilişkisinden sonra. Ama öncesinde kendinden beklenildiği gibi hemen dahice, mükemmel bir kitap yazmalıdır. Fakat başaramadıkça ve yazmayı erteledikçe rüyalarına giren bir karakterin hayaline tutunur ve onu daktilosunun satırlarına dökmeye başlar. Bir sabah üzerinde Calvin’in kendi gömleğiyle Ruby Sparks karşısında beliriverir. Bunun bir rüya mı şizofreni mi olduğunu çözmeye çalışır, bu sorular bizimle ilerlerken Calvin bunları sorgulamayı bırakır. Böylece Ruby onun için artık gerçektir.
image
Ruby başarılı biri değildir, bir yazar değildir Calvin’i zorlayacak bir karakter de değildir ama Abisi gibi hayal etme şansı olan birçok erkeğin yapacağı gibi fiziki özelliklerini mükemmelleştireceği biri de değildir. O herkesin hayalindeki değil onun hayalindeki kadındır. Tam burada film aslında üzerine kurulduğu Ruby’nin gerçekliğinden uzaklaşır çünkü aslında önemli olan Ruby’nin varolup olmaması değildir ve karşımıza ideal kadın mümkün müdür sorusu çıkar. Her şeyiyle uyum sağlanabilecek tamamen sana uygun olan mükemmel bir öteki? Tam burada bir ilişkinin kötümser gerçekliği belirtiliyor. İdeal kadını, ideal aşkın yaratılamayacak bir şey olduğu, belki de aşkın ya da ilişkinin güzelliğini ya da olması gereken kötümserliğinin burada olduğu anlatılır.
Burada kuşkusuz senaryosunu yazan Amerikalı yönetmen ve yazar Elia Kazan’ın torunu olan Zoe Kazan ilk çalışması için başarılıdır. Oyuncu ve yapımcı olarak da payı büyüktür. Bugüne kadar hep yardımcı rollerde izlediğimiz Kazan bu kez elini taşın altına koyup bu üç görevi birlikte yürütüyor. Karşımıza Woody Allen (The Purple Rose of Cairo) , Charlie Kaufman (Adaptation) gibi yönetmenlerin filmlerinde görebileceğimiz bir kurmaca çıkıyor içinden konuşan seslerle bir özümseme söz konusu. Aynı şekilde Marc Forster’ın filmi Stranger Than Fiction’da da ana karakterimiz bu kez kendini hayatının tamamının bir kurmaca olduğunu anlıyordu. Kuşkusuz hepsinin biraz etkisi mevcut fakat Ruby Sparks daha “sevimli” diyebileceğimiz bir örnek.
image
Little Miss Sunshine’ın yönetmenleri Jonathan Dayton ve Valerie Faris çiftinin ve başrollerdeki Paul Dano ve Zoe Kazan’ın da aralarındaki ilişkinin bu film üzerinde gezen gerçekçi aşk havasında etkisi vardır elbette. Fakat bu hava karşımıza 500 Days of Summer, The Kids Are Allright gibi son dönem filmlerinde gördüğümüz üstüne aldığı ağırlığı sevimlikle anlatan yeni bir dil ya da belki de bilinen bir dilin yeni hali mevcut. Sıkılmadan izlettiren bu anlatılar, sinemadan çıkınca bizimle yürümeye devam edip ışıltısı kaybolana kadar bizimle duruyorlar. Ta ki yeni bir tanesi diğerinin ışıltısını azaltana kadar. 
Not: Film üzerine yaptığı illüstrasyonu kullanmama izin verdiği için http://ecedereli.tumblr.com Teşekkürler!

Postman8.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder