16.12.12

Grizzly Bear


image
2006 yılında ikinci stüdyo albümleri Yellow House ile tanıdığım Grizzly Bear ile tanışmam yine özlem dolu yolların sonundan dönmesini beklediğim güzel bir insanın bana bıraktığı hatıralardan biri olması iledir. Yellow House sırf bu nedenle bile özel olmaya yeter ancak bu içindeki ayrı ayrı ama çok sevdiğim her şarkısına haksızlık olur. Bu nedenle bu haksızlığı yapmayacak ve bu güzelliklerden biraz bahsedeceğim.
Grizzly Bear Brooklyn,New York menşeili 2002 yılında Ed Droste tarafından kurulan bir grup. Aslında 2000'lerin başından beri Ed Droste'un tek başına bir projesi iken daha sonra yanına Cristopher Bear, Chris Taylor ve Daniel Rossen'in de katılmasıyla bugünkü halini alıyor. Arkadaşlıklar, Jazz Kampları derken "tek başına sahne ışıklarının altında dikilmekten korkan"Ed Droste yalnız kalmamış oluyor. Bu birlikteliğin ilk ürünü de "Yellow House".
image
Yellow House, hızlandırılmış melodiler tanıdık ama üstü kapanmış sesler eşliğinde bir yanı çok benzer bir lo-fi soundu gibi gözükse de çok içlerden, derinlerden gelen gitar darbeleri,davul vuruşlarıyla güzel bir birleşim oluşturur. İlk şarkı olan Easier, eski bir filmden alınmışçasına incelikli piyano seslerini izleyen folklorik uğultular ve flüt sesleri eşliğinde bir anda yerel bir sese dönüşürken Ed Droste'un sesi de artık daha oturmus ve temiz bir hal almıştır. Onu takip eden Lullaby ise dolambaçlı yollarda gezen albümün sakin melodilerine sahip ve adı bilinen şarkılarından. Aynı zamanda albümün o ikili halinin de temsili.Şarkının o birinci yarısının sakinliğini delen son iki dakikadaki sert gitar vuruşları ve  "Chin up, cheer up" sesleriyle birleşiyor. Albümün çıkış şarkısı olan Knife da ise bu birleşim doruk noktasına ulaşıyor. Sert gitar seslerini takip eden sakin uğultular,basit davul sesleri ve harmonik bir melodiyle yükselen şarkının sürekli ilerleyerek içimizde yükselmesiyle çok isabetli bir çıkış şarkısı olmanın yanı sıra incelikli düşünülmüş bir keskinlikle hatıratımızda yer alıyor.
Albümün devamındaki daha sakin şarkılarda ise daha mütevazi sesler, ukelele tınıları mevcuttu. Örneğin Plans Tom Waits vari bir fısıltılar,ıslıklar ve bariton koro sesleriyle karanlık ve hayali  bir dünyanın izini sürerken Ed Droste'un teyzesi tarafından yazılan ve geçmişle iç içe duran benim için dinlemesi her seferinde ayrı bir zevk olan Marla gelir. Albümden asla kopuk durmayan ve ikinci yarı diye bahsettiğimiz o derinliğin içine ince ince düğümlenmiş bu şarkı kaygan seslerle, çıtır çıtır eden kamera görüntülerini izliyormuş ve terk edilmiş evlerde, bahçelerde, parklarda bilmediğimiz, içimizi titreten o geçmişin izini sürüyormuş gibi diken diken eder. İyi ki de eder.
İşte Yellow House'un bu etkisinden sonra birçok albüm yorumunda sonraki albümleri Veckatimest'in bir zıplama ağına konmuş gibi zıplatılmasını anlayamam da işte bundandır. Elbette ki bu hızlı olumsuz giriş yanlış anlaşılmasın Veckatimest'te dinlemesi zevkli bir albümdü ve bir dönemde uzun süre çeşitli müzik gereçlerimizin içinden hiç çıkmadı. Ancak bu albümün Yellow House'a göre o kontrollü kayıtları, rafine sesleri yıllar içinde bakıyorum ki aynı izleri bırakamamış. Bir zamanlar üzerimde büyük bir gülümseme yaratan Two WeeksReady, Able gibi şarkılar anı defterine bile giremeden o zamanın coşkusunda kalmışlar. Fakat bu albüm Grizzly Bear'ın geniş kitlelerce tanınmasını sağladı. Dolayısıyla buradan dönmek biraz zor gibiydi. Dönülmesi gerek görülmüş müdür onu da bilemiyoruz elbette. Ama üç yıl sonra sanki biraz daha farklı bir albümle karşımıza çıktılar.
Shields, Grizzly Bear için  belki tam aynı yer olmasa da duygusal anlamda daha dürüst bir yere döndüğü yine gizemli ve maceracı yapısından uzaklaşmadan ama bunu veckamist'teki kadar içindeki karanlığı aşağılara çok gömmeden ama Yellow House kadar da gün yüzüne çıkarmadan ortaya koyduğu bir albüm olmuş. Albümün ilk şarkısı olan Sleeping Ute gösterişten uzaklaşmış, boğumlu seslerle ve kusursuz olmayan gitar sesleriyle kendini savurur: 
"if i could find a peace...if i could lie still....But i can't help myself"
Albümün ikinci çıkış şarkısı olan Yet Again ise titreyen gitar akorlarına sahip girişi ışıltılı ve parlak ritmiyle davul ve baslardan gelen saf, temiz sesler ve bunların karıştığı bir kaosta vokalallerin akıcılığında arşivlik bir parça olmayı başarır. Aynı şekilde Speak In Rounds, The Hunt'ta Ed Droste'un vokallerinin ön plana çıktığı sessizlik içinde bunu delen soluk dokunuşlara sahip. Paslanmış seslerin ağırlığında post-rock bu şarkı yine ince gitar tınılarıyla da yuvarlanmakta. Bunları takip eden Simple AnswerHalf Gate ise bir sürü güzel tını içermekte ve bunların hepsini bir araya toplamayı, bir arada güzel kılmayı yine başarmışlar. Half Gate'teki yer yer kulağa takılan o folklorik etki yerli yerinde. Bu güzel sesler ve efektlerde Chris Taylor'un da katkısı büyük ve kendisinin solo çalışmasında da bu sesleri duymak mümkün bu albümden daha önce şurada http://postman8.blogspot.com/2011/06/cant-ghosts.html bahsettiğimizi de unutmadan hatırlatalım.
Kapanışta yedi dakikalık bir güneşi bulma yolculuğuyla Grizzly Bear'a Sun in your eyes la veda ediyoruz. Hiç alışık olmadığımız bir uzunluktaki bu şarkı piyano notaları ve ağrıyan seslerle kaplıdır:
"From the look on your face/ You set out in this path/ Never to arrive/By the look on your face/ The burden's on your back/And the sun is in your eyes"
Şarkı gizem ve derinlik içinde tırmanırken aynı şekilde hesaplanmış bir sakinlikle de düzlüğe iner. Albümün içinde barındırdığı tüm duyguları ve iletmek istediklerini de sona ulaştırır. Bence Grizzly Bear bunu iyi yapan bir grup anlatmak istediğini dinleyiciye kolaylıkla geçirebilen, anlaması güç bir grup değil. İçindeki geçişleri sunmak,anlatmak her zaman kolay değil  bu yüzden bunu güzel seslerle ve doğru birleşimlerle yapan bu grup belki şu an hala beni o ilk etkileyen halinde değil belki de o tecrübesizlikle birleşen etki bir daha da olmayacak ama korktuğum gibi olmamış, Veckamist sonrası kendilerine yapıştırılan etiketlerden sıyrılmayı başarmışlar. İyi dinlemeler!

Postman8

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder