16.12.12

Broken


image
Bu seneki film ekimi takvimim de iş-güç gibi yeni tanıştığım ama pek de alışamadığım nedenlerden dolayı sadece birkaç film vardı. Bunlardan ilki ise yine bir iş arası koşuşturmacasında gittiğim Broken/Koşulsuz Sevgi 'idi.
Film öncesinde gördüğüm küçük teasarlar, güzel müzikler beklentilerimi arttırmıştı, heyecanla izlemeye koyuldum. Film İngiltere'nin neresinde olduğu belli olmayan belki de her yerinde olabilecek bir banliyö (suburb) de geçmekte. Öyle ki aslında bunun sadece filmin mekanı olmaktan çıkıp bir banliyö hikayesine de dönüşmeye "çalıştığını" söyleyebiliriz. Bu nedenle aslında filmin başrolünde gördüğümüz Skunk'ın bakış açısından ve onun hikayesinden ziyade birçok hikaye mevcut elimizde ama biz önce biraz Skunk'ı anlatmaya çalışalım. Skunk, henüz on bir yaşında yanağının yanında biten dümdüz saçları, oduncu gömlekleri ve erkeksi tavırlarıyla  erkek fatma diye adlandırılsa da aslında oldukça hassas biri. Tip 1 diyabet hastası olan Skunk her gece parmak ucundan şekerini ölçerek değerlerinin uygun olup olmadığını kontrol edip renkli kalemlerle özenle not etmektedir. Fakat küçük yaşında  annesinin abisi ve kendisini terk etmiş olmasına karşılık babasının üzerindeki hassasiyeti bazen Skunk'ı yorabilmekte ve küçük kaçışlar içerisine girebilmektedir ama yine de bakıcıları Kasia'yı da sayarsak  dört kişilik dengeli bir hayatları vardır. Ancak filmin daha henüz başında kanlı bir açılış sahnesinde bunun bozulmasına tanık oluruz. Komşularının oğlu Rick'in bir diğer komşuları olan Mr.Oswald tarafından yumruklanması ve Rick'in Mr Oswald'ın kızına tecavüzle suçlanması, tutuklanması sonucu banliyödeki tüm komşular bir şekilde bu durumdan etkilenir. Bu olayın daha sonra annelerini kaybeden ve babalarının bir türlü konrolü sağlayamadığı  Oswald'un kızlarının bir uydurması olduğu anlaşılsa da olan olmuştur artık. Rick'in psikolojisi bundan sonra bir türlü normale dönemezken Oswald'un kızları ise erken tanıştıkları cinsellikle her şeyin daha da karmaşıklaşacağı olaylara neden olmaktadır.
Hikaye bundan sonra bir yandan hala Skunk'ın içinden geçse de oldukça karanlıklara dalıp içimizde bizi koyu çizgilere sürükler. Bu sürükleniş içinde çok fazla şey anlatma derdinde olan film  bir türlü birleşememekte. Bütün hikayeler kendi içinde hem kapının içerisinden adımını atarken hem de o odanın içinde beş dakikadan fazla kalamıyor. Ne Oswald'un neler yaşadığını tam olarak bilebiliyoruz ne de Rick'in. Büyük bir karanlığın içinde gördüğümüz Rick yaşadıklarından dolayı mı buraya gelmiştir yoksa içindeki bir yer de bunu desteklemiş midir bir türlü anlayamıyoruz. Böyle bir suçlamanın altında kalmak ve bunun yüklediği ağır yükler önceden de çok güçlü olmayan birini yine de bir katil yapar mı? Her şey bu kadar sert aslındanın mı altına sığınmalıyız. Bunun yanı sıra bakıcı Kasia ve Cillian Murph'nin canlandırdığı Mike'ın hikayesi de nedir aralarındaki durum nedir, neden verilmiştir çözemedim. Belli ki yönetmen Rufus Norris çok şey anlatmak istiyor ama ne anlatmak istediği çok gerilerde kalıyor. Bir opera ve tiyatro yönetmeni olarak duyguların başarıyla geçirildiği birçok güzel sahneyi toplamayı başarıyor kuşkusuz ama bunlar doğru bir şekilde anlamlı bir bütünlükte bir araya geliyor mu emin değilim. Fakat görüntü yönetmeni Rob Hendy'nin de müziklerle birleşen kareleri övgüye değer. Işıklar, renkler ve kuşkusuz bir Brit Pop üstadı Damon Albarn bir araya geldiğinde yukarıdaki eleştirileri yapan ben hiç sıkılmadan da bu filmi izledim. Ama dediğim gibi çok şey anlatma derdinde olan bu film aslında daha az şey anlatırken aslında içine giren güzel havasıyla böylesine güzel karelerle daha fazla şey anlatabilirdi. 

Postman8

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder